17 Mart 2015 Salı

10 Madde

“Böyle bir iktidarla neyin müzakeresi, neyin demokrasisi?”
Özellikle 10 maddelik müzakere metninin açıklanmasından bu yana, kendisini HDP’li olarak tanımlayan insanlar tarafından dahi sesli bir şekilde sorulan bir soruya dönüştü bu soru. AKP iktidarının aldığı kaygı verici hal düşünülünce, HDP konusunda kafasında kuşkular barındıran kalabalıklar için de son derece haklı bir soruya dönüşmesi normal.

Sahiden böyle bir iktidarla neyin müzakeresi ve hatta neyin anlaşması. Öyle ya, böyle kaygı verici bir iktidarla müzakere ancak karşılıklı bir kazancın anlaşmasına dönüşebilirdi. Doğal olarak bu kaygı, AKP ile Kürt Hareketinin, başkanlık ve özerklik konusunda anlaştıkları kaygısının da önayağı oluyordu.

Bu yazı, kendi halinde bir HDP seçmeni tarafından, aynı yaşam alanlarını paylaştığı, kendi yakın çevresindeki insanlardan dahi duyduğu bu soruları ve kaygıları cevaplamak amacıyla yazıldı.

Bu meseledeki ilk temel yanlış, uzunca bir süredir “gizli kapılar ardında” yürüyen çözüm sürecinin kamuoyuna doğru olarak anlatılamamış olmasından doğuyor. Bu yüzden ilk olarak birkaç senedir devam eden bu çözüm sürecinin ne aşamada olduğunu tayin etmek önemli.

Çözüm süreci kabaca, aktörlerinin karşılıklı tavizlerle bir müzakere masasına oturması aşamasında şu an. Sürecin devlet kanadındaki aktörü AKP, devlet aygıtı için normal olanın dışına çıkmakla taviz veriyor ve illegal bir örgütle aynı masada oturmayı kabul ediyor. Diğer kanattaki PKK ise kendisini var ettiği silahı bırakmakla taviz vererek masanın diğer ucunda yer alıyor.

Türkiye özelinde süreç, özellikle de AKP’nin bu işe pek gönüllü olmaması ve bir anlamda silahsız bir huzur ortamına “razı gelmesi” sebebiyle PKK’nin dayatmaları ile yürüyor, yani PKK Türkiye’yi barışa zorluyor. Kamuoyuna yansıyan gelişmelerden de bunu anlıyoruz.

Bu anlamda, kamuoyunda müzakere başlıkları olarak deklare edilen 10 maddenin de Kürt Hareketinin istekleri olduğunu ifade etmekte bir beis yok.

10 maddelik metni tekrar buraya kopyalamanın bir anlamı yok, ancak merak eden madde başlıklarından içeriklerini az çok tahmin edebiliyor. Bu maddelerden anladığımız, Kürt Hareketi yalnızca Kürt sorununa değil, toplumun tamamını ilgilendiren sorunlara ilişkin bir perspektifle çözüm sürecine yaklaşıyor ve tüm bu sorunlara getirdiği çözümleri Türkiye’de devam eden savaşın bitimi olarak şart koşuyor.

Öyle ki, müzakere başlıkları yalnızca anadilinde eğitim, Kürtçe yer isimlerinin iadesi, koruculuğun lağvedilmesi ve benzeri hususlarda değil, örneğin kadın özgürlüğü ve yerinden yönetimlerin güçlendirilmesi gibi tüm Türkiye’yi ilgilendiren meselelerde de iyileştirici ve demokratik düzenlemeler yapılmasına olanak tanıyor.

Bu şu anlama geliyor, Kürt Hareketi örneğin kadınların ekonomik özgürlüğünü, örneğin İzmir’in yasakçı İzmir Valisi tarafından değil de İzmirliler tarafından yönetilmesini, örneğin Kuzey Ormanlarının talana açılmamasını, 30 yıldır uğruna binlerce insanın can verdiği Kürt sorunu kadar öncülüyor ve tüm bu başlıkları da çözümün bir parçası olarak görüyor.

Bu anlamda Kürt Hareketinin o masada bulunma amacının yalnızca Kürt halkının menfaatleri olmadığı, Kürt Hareketinin tüm Türkiye halkları, inanç grupları ve ezilenleri adına bir müzakere yürüttüğü anlaşılıyor. Zaten Kürt Hareketinin bildiğimiz siyasi yaklaşımı da yalnızca Kürtlerin kurtulacağı üçüncü bir yolun mümkün olmadığını ifade ediyor.

Deklare edilen bu başlıklar, Kürt Hareketinin meseleye salt Kürt sorunu yahut etnik sorun olarak bakmayan ve Türkiye’nin demokratikleşmesini bir bütün olarak gören perspektifinden kaynaklanıyor. Bu anlamda, tüm Türkiye’nin geleceğini belirleyecek çözümler sunarken, Kürt Hareketini Kuzey Kürdistan’da kısıtlı bir özerklik elde edip Türkiye’yi AKP faşizmine teslim etmekle suçlamak biraz havada kalıyor.

Meseleyi, yukarıda bahsettiğim şekilde “neler oluyor” sorusunu sesli bir şekilde soran bir HDP seçmeni olan benim de algımı açmış bir şekilde Hubyar Sultan Alevi Kültür Derneği Başkanı Ali Kenanoğlu, 6 Mart’ta Evrensel Gazetesi’nde yazdığı şu satırlarla çok güzel açıklıyor;

“Bir Terörist örgüt(!) düşünün ki size ekoloji, kadın, kültür, çoğulcu demokratik sistem, demokratik siyaset, özgür vatandaş, eşitlik kavramlarını ve bu kavramların yüklediği değerleri silah bırakmak için masaya koşul olarak getiriyor.  
Bir Devlet düşünün ki bütün bu değerleri silah zoruyla “müzakere etmeyi” kabul ettiğini taahhüt ediyor. İşin daha da vahim ve ibretlik tarafı ise bu Devletin ve onu yöneten AKP’nin bu taahhüdüne uyacağına da kimse inanmıyor, inanamıyor.”

Bu konuda kafa karıştıran bir diğer mesele, haklı olarak AKP’nin gittikçe faşizme dönüşen zihniyetinin bu müzakere başlıklarını ne ölçüde kabul edeceği. Ancak yine vurgulamakta fayda var ki, bu başlıklar ancak bu savaşın çözümü için birer tartışma konusu ve bu metinle Kürt Hareketi, Türkiye’ye barışın ancak bu konulardaki demokratik gelişmelerle gelebileceğini tescillemiş oldu. AKP ile veya başkası ile…

  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder