10 Madde
“Böyle bir iktidarla neyin müzakeresi,
neyin demokrasisi?”
Özellikle 10 maddelik müzakere metninin
açıklanmasından bu yana, kendisini HDP’li olarak tanımlayan insanlar tarafından
dahi sesli bir şekilde sorulan bir soruya dönüştü bu soru. AKP iktidarının
aldığı kaygı verici hal düşünülünce, HDP konusunda kafasında kuşkular
barındıran kalabalıklar için de son derece haklı bir soruya dönüşmesi normal.
Sahiden böyle bir iktidarla neyin
müzakeresi ve hatta neyin anlaşması. Öyle ya, böyle kaygı verici bir iktidarla
müzakere ancak karşılıklı bir kazancın anlaşmasına dönüşebilirdi. Doğal olarak
bu kaygı, AKP ile Kürt Hareketinin, başkanlık ve özerklik konusunda
anlaştıkları kaygısının da önayağı oluyordu.
Bu yazı, kendi halinde bir HDP seçmeni
tarafından, aynı yaşam alanlarını paylaştığı, kendi yakın çevresindeki
insanlardan dahi duyduğu bu soruları ve kaygıları cevaplamak amacıyla yazıldı.
Bu meseledeki ilk temel yanlış, uzunca
bir süredir “gizli kapılar ardında” yürüyen çözüm sürecinin kamuoyuna doğru
olarak anlatılamamış olmasından doğuyor. Bu yüzden ilk olarak birkaç senedir
devam eden bu çözüm sürecinin ne aşamada olduğunu tayin etmek önemli.
Çözüm süreci kabaca, aktörlerinin
karşılıklı tavizlerle bir müzakere masasına oturması aşamasında şu an. Sürecin
devlet kanadındaki aktörü AKP, devlet aygıtı için normal olanın dışına çıkmakla
taviz veriyor ve illegal bir örgütle aynı masada oturmayı kabul ediyor. Diğer
kanattaki PKK ise kendisini var ettiği silahı bırakmakla taviz vererek masanın
diğer ucunda yer alıyor.
Türkiye özelinde süreç, özellikle de AKP’nin
bu işe pek gönüllü olmaması ve bir anlamda silahsız bir huzur ortamına “razı
gelmesi” sebebiyle PKK’nin dayatmaları ile yürüyor, yani PKK Türkiye’yi barışa
zorluyor. Kamuoyuna yansıyan gelişmelerden de bunu anlıyoruz.
Bu anlamda, kamuoyunda müzakere
başlıkları olarak deklare edilen 10 maddenin de Kürt Hareketinin istekleri
olduğunu ifade etmekte bir beis yok.
10 maddelik metni tekrar buraya kopyalamanın
bir anlamı yok, ancak merak eden madde başlıklarından içeriklerini az çok
tahmin edebiliyor. Bu maddelerden anladığımız, Kürt Hareketi yalnızca Kürt
sorununa değil, toplumun tamamını ilgilendiren sorunlara ilişkin bir
perspektifle çözüm sürecine yaklaşıyor ve tüm bu sorunlara getirdiği çözümleri
Türkiye’de devam eden savaşın bitimi olarak şart koşuyor.
Öyle ki, müzakere başlıkları yalnızca
anadilinde eğitim, Kürtçe yer isimlerinin iadesi, koruculuğun lağvedilmesi ve
benzeri hususlarda değil, örneğin kadın özgürlüğü ve yerinden yönetimlerin
güçlendirilmesi gibi tüm Türkiye’yi ilgilendiren meselelerde de iyileştirici ve
demokratik düzenlemeler yapılmasına olanak tanıyor.
Bu şu anlama geliyor, Kürt Hareketi örneğin
kadınların ekonomik özgürlüğünü, örneğin İzmir’in yasakçı İzmir Valisi
tarafından değil de İzmirliler tarafından yönetilmesini, örneğin Kuzey Ormanlarının
talana açılmamasını, 30 yıldır uğruna binlerce insanın can verdiği Kürt sorunu
kadar öncülüyor ve tüm bu başlıkları da çözümün bir parçası olarak görüyor.
Bu anlamda Kürt Hareketinin o masada
bulunma amacının yalnızca Kürt halkının menfaatleri olmadığı, Kürt Hareketinin
tüm Türkiye halkları, inanç grupları ve ezilenleri adına bir müzakere yürüttüğü
anlaşılıyor. Zaten Kürt Hareketinin bildiğimiz siyasi yaklaşımı da yalnızca
Kürtlerin kurtulacağı üçüncü bir yolun mümkün olmadığını ifade ediyor.
Deklare edilen bu başlıklar, Kürt
Hareketinin meseleye salt Kürt sorunu yahut etnik sorun olarak bakmayan ve
Türkiye’nin demokratikleşmesini bir bütün olarak gören perspektifinden
kaynaklanıyor. Bu anlamda, tüm Türkiye’nin geleceğini belirleyecek çözümler sunarken,
Kürt Hareketini Kuzey Kürdistan’da kısıtlı bir özerklik elde edip Türkiye’yi
AKP faşizmine teslim etmekle suçlamak biraz havada kalıyor.
Meseleyi, yukarıda bahsettiğim şekilde “neler
oluyor” sorusunu sesli bir şekilde soran bir HDP seçmeni olan benim de algımı
açmış bir şekilde Hubyar Sultan Alevi Kültür Derneği Başkanı Ali Kenanoğlu, 6
Mart’ta Evrensel Gazetesi’nde yazdığı şu satırlarla çok güzel açıklıyor;
“Bir Terörist örgüt(!) düşünün ki size
ekoloji, kadın, kültür, çoğulcu demokratik sistem, demokratik siyaset, özgür
vatandaş, eşitlik kavramlarını ve bu kavramların yüklediği değerleri silah
bırakmak için masaya koşul olarak getiriyor.
Bir
Devlet düşünün ki bütün bu değerleri silah zoruyla “müzakere etmeyi” kabul
ettiğini taahhüt ediyor. İşin daha da vahim ve ibretlik tarafı ise bu Devletin
ve onu yöneten AKP’nin bu taahhüdüne uyacağına da kimse inanmıyor, inanamıyor.”
Bu konuda kafa karıştıran bir diğer
mesele, haklı olarak AKP’nin gittikçe faşizme dönüşen zihniyetinin bu müzakere
başlıklarını ne ölçüde kabul edeceği. Ancak yine vurgulamakta fayda var ki, bu
başlıklar ancak bu savaşın çözümü için birer tartışma konusu ve bu metinle Kürt
Hareketi, Türkiye’ye barışın ancak bu konulardaki demokratik gelişmelerle
gelebileceğini tescillemiş oldu. AKP ile veya başkası ile…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder